İçim bir hoştu... Bu kaçıncı hastane dönüşüydü böyle?

A -
A +

Ömür, sadece yaşadıklarımızdı. Herkesin hayat anlayışları, beklentileri farklıydı, bizim de kendimize has dünyamız vardı.

 

Kuş misali uçuşlara, huzur ve saadete, gülen yüze, dostluğa alışkın ve hayatımızın mühim bir bölümünü geçirdiğimiz saadet hanemizin önüne gelince bir hoş oldum. Tanju, ne hikmetse zile basmadı, cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı kendi açtı. Geriye dönüp beni keyifli görünce uyanan yüz çizgileri düzeldi. İnsan, bir anda ancak bu kadar değişebilirdi.

 

Yükseklerde rüzgârın, aşağıda mavinin ve yeşilin çalkalandığı ve rengârenk çiçeklerin bezediği başka neresi vardı? “Yalancı Cennet” denilebilecek evimiz, günün mor tülden abasını başına çekerek, bir derviş gibi çömelip kayıtsız zikre dalmıştı da ne ses geliyor, ne insanı rahatsız eden hareketler görünüyordu.

 

Tanju'nun memnuniyetini görünce, ben de keyiflendim. Sanki saadet hanemiz tatlı bir tebessümle; “Hoş gelmişsiniz. Geçmiş olsun…” diyordu. Sıcak yuvamızın kendine has kokusunu soluyarak ayakkabılarımı çıkardım, kanepenin birine oturdum. İçim bir hoştu. Bu kaçıncı hastane dönüşüydü? Bilemesem de kalbim ferahtı artık, yeniden doğmuş gibi mesut ve bahtiyardım.

 

Bu hayat bazen tatlı, bazen de çok acıdır,

 

Bazısı lanet eder, bazısı duâcıdır.

 

     ***

 

Ömür, sadece yaşadıklarımızdı. Herkesin hayat anlayışları, beklentileri farklıydı, bizim de kendimize has dünyamız vardı. Çocuksu saflıkta masalımsı bir âlemde yaşıyordum sanki. Bizim de ninelerimiz, dedelerimiz vardı, dizlerinde oturduğumuz, anlattıklarını merakla dinlediğimiz tecrübeli büyüklerimiz vardı. Her sözlerine inanırdık, hatta şakacıktan söyledikleri; bizi leyleklerin getirdiğine de… Hayatın hep böyle devam edeceğini sanırdık, bütün sevdiklerimizi de ölümsüz...

 

Ne muazzam destanlar, ders içinde ders veren hikâyeler dinlemiştik; kâh ağlatan kâh güldüren. Her şey eski, eski olduğu kadar da kıymetliydi. Dededen kalma, antika diye tabir edilen, paha biçilmez şeylerdi...

 

Peki yeni nesil öyle miydi? Ne gezer... yalnız bir heyula gibi durmadan tüketiyorlar. Yok etme, çılgınca harcama makinası gibiydiler sanki. Daha birkaç gün önce kucak dolusu para vererek aldığı elbiseyi, hiç düşünmeden “Modası geçti...” deyip atabiliyorlar bir köşeye. Kılık kıyafet modaya ısmarlandığı gibi ev, araba ve aksesuarları da modaya uydurulmuştu...

 

Bir eşya hak ettiği şekilde kullanılmadan çöpe atılır mıydı hiç? İşte onların hepsine şahit olmuştum. Gerçi biz de benzeri tuzağa düşürülmüştük ama Rabbim ihsan etti bataklığa hepten saplanmadan çıkıverdim. Şimdiki neslin umurunda bile değildi eskiyi muhafaza edip istikbalini düşünmek. Bu yüzden unutuyoruz maziyi, hatırlamakta güçlük çekiyoruz geçmişimizi.

 

Eskiden sokak çeşmelerimiz vardı ağzımızı dayayıp kana kan su içtiğimiz. Annelerimizin yaptığı lezzetli ayranları, limonataları, meyve sularını aç kurtlar gibi lıkır lıkır kafaya dikerken, aklımıza kötü bir şey gelmezdi. Şimdi aynı şeyler süslenmiş, şişelenip katkı maddeli olarak girdi evimize ve tabii ki hayatımıza da... DEVAMI YARIN

 

 

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.