Moiz 9’uncu Dünya Siyonist Kongresi’ne (Hamburg -1909) Selânik delegesi olarak katılır. Peşkeşe hakkı varmış gibi İsrail’in Türk illerinde kurulmasını teklif eder.
Moiz, 1883 Serez doğumlu bir Rumeli Musevisidir. Cemaat içinde Kohenler farklı tutulurlar, bunlar daha ziyade rahip ruhban olurlar. Moiz’in babası İzhak Kohen hahamdır, oğlunu da haham olarak hazırlar.
Nitekim ilk eğitimini Yahudi mektebi Meldar’da alır, sonra Selânik’te fitne ocağı Alliance Israelite Universelle’ye yollanır. Cemaatin okullarında öğretmenlik yaparken Selânik Hukuk’a yazılır (1907). Hırslı ve çalışkandır, Asır gazetesine takılır, Mithat Şükrü, Ömer Naci, İsmail Canbolat, Ali Canip ve Aka Gündüz’le tanışır.
Fransızca, Almanca ve İspanyolcaya hâkimiyeti sayesinde Tüccar Kulübü’nde kâtiplik, Ticaret Mahkemesinde tercümanlık yapar.
Hukuk tahsilini İstanbul’da tamamlar, avukatlığa başlar. Vilayet Meclisi azalığı ve umum kâtipliğini de yürütür bu arada.
Selânik Yunan işgaline uğrayınca (1912) Viyana’ya gider, sonra İstanbul’a gelir. Darülfünun’da Prof. Flek’in tercümanlığını yaparken münhal derslere de girer çıkar.
Avram Galanti’nin tavsiyesiyle cemiyete katılır, İttihad ve Terakki mecmuasına yazmaya başlar.
Moiz iktidar kimdeyse ona yanaşır ki önceleri Osmanlıcıdır.
“Gençliği ve tecrübesizliğine rağmen, ait olduğu Yahudi toplumu için Osmanlı İmparatorluğu’nun nasıl hayati bir önem taşıdığının farkındadır. Selânik’in elden çıkması er veya geç Yahudilerin de tasfiyesini de beraberinde getirecektir.” (LIZ Behmoaras: Bir Kimlik Arayışının Hikâyesi) Meşrutiyet gelir, “devrisaadet” diyecek kadar bağlanır, o furya geçer masonlara sığınır.
Moiz’e göre Yahudiler çölü andıran Filistin’i değil, Asya’daki gümrah ve sulak Türk topraklarını vatan tutmalıdır, saha zaten harap ve insansızdır. La Epoca ve Tasvir-i Efkâr’da bu meyanda yazılar yazar. Selânik delegesi olarak katıldığı 9. Dünya Siyonist Kongresi’nde (Hamburg -1909) peşkeşe hakkı varmış gibi siyonistleri Türk’ün yurduna çağırır.
Faaliyetlerini Yakın Dostlar Kulübü çatısı altında yürütür. Paravan olarak Osmanlılaşma Derneği (1910) ve Vatanseverler Birliğini (1911) kullanır.
Balkan Savaşının ardından imzalarını “Tekin Alp” ya da “Munis Tekinalp” diye atar. Ziya Gökalp’le birlikte Yeni Hayat’ta kalem oynatırlar.
Rumeli ve Zaman gazetelerinin yanı sıra Mercure de France mecmuasında “P. Risal” müstear ismiyle yazar, Frenklere Turancılık satar. Yusuf Akçura bunları “Türkler Bir Ruh-ı Millî Arıyorlar” başlığıyla Türk Yurdu dergisinde yayınlayacaktır daha sonra.
Moiz’e göre savaş öncesi fatih ve asli unsur sayılan Türkler, imparatorluğun yükünü omuzlamış, yorulmuş, millî şuurdan uzaklaşmışlardır. Artık İslamcılık ve Osmanlıcılık aleyhtarıdır açıkça.
Moiz Harb-i Umumi (Dünya Savaşı) öncesi Alman İngiliz rekabeti hakkında kitap yazar. “Türkler Bu Muharebede Ne Kazanabilirler?”
Açıkça savaş naraları atar, sanki Turancılık dersi vermek ona kalmıştır. Satır aralarında Türklerin İslam öncesi inanışından söz açar.
Eser, Ziya Gökalp ve Mehmet Emin Yurdakul’un methine mazhar olur. Ona göre Asya’da yaşayan elli milyon Türk, kurtuluşu Pantürkizm’de aramalıdır.
Alman Genel Kurmayı kitabı “Turkismus und Panturkismus” şeklinde çevirir. İngiliz Gizli Servisi “The Turkish and Panturkish Ideal” adıyla basar subaylarına dağıtır. Churcill, bizi oradan tanır mesela.
Bu arada Ziya Gökalp’le millî iktisat ve solidarizm (tesanütçülük, dayanışmacılık) hususunda kafa yorar. Tarım, hayvancılık, demir yolları, limanlar, kooperatifler, özel şirketler, bankalar... Allamedirler haza, her mevzuda derya.
Mütareke Dönemi’nde ise Yeni Osmanlı fikrini savunur. Zekeriya Sertel’in çıkardığı Büyük Mecmua’da köşe kapar. Ömer Seyfettin, Ali Canip, Falih Rıfkı, Faruk Nafiz, M. Emin Yurdakul, Reşat Nuri de orada yazar
Millî Mücadele’ye katılmadığı gibi yazı da yazmaz “bekleyip görmeyi” tercih eder, bakalım ipler kimin elinde kalacak?
Cumhuriyetin ilanından sonra ateşli bir Kemalist olur, saldırganlaşır. İki parti değiştiren siyasetçilere halk arasında “fırıldak” deniyor, Moiz kırk yere döner, hem de dün övdüğüne, bugün sövecek kadar.
Tekinalp rejime yaranmak için hemen bir kitap yazar, adını “Türkleştirme” koyar. Haşa Tevrat’ı taklit eden bir üslupla “Evamir-i Aşere (On Emir)” yayınlar. “Türk adı al, Türkçe konuş, Türkçe dua, çocuğunu devlet okuluna yolla, cemaat ruhunu sök at, Türklerle düş kalk, millî iktisat sahasında vazife-i mahsusanı yap…”
Türkleştirme kitabı Yunus Nadi, Celâl Sahir vs tarafından takdirle karşılansa da ekseriyet ihtiyatla karşılar. Zikzakları o kadar keskindir ki samimiyeti su götürür bu saatten sonra. Yarın bir darbe olsa muhalifleri alkışlayabilir rahatlıkla.
El Tiempo başyazarı David Fresko, “Evamir-i Aşere”yi mahzurlu bulur. Hahambaşı Becerano ise “Tevrat İbraniceden başka bir dilde okunmaz” der tavrını koyar.
Onlar ibadetlerini İbranice yapadursun, Türkçe ezan ve Türkçe hutbe (devam ediyor hâlâ) sardırılır Müslüman’ın başına. Mehmet Akif kendisine yazdırılan mealin namazlarda okutulacağını hisseder ve ortadan kaldırtır son anda.
Derken Moiz “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyasıyla öne çıkar. Yahudi Nissim Masliyah ve Dr. Samuel Abrevaya ile birlikte “Millî Hars Birliği”ni, Hanri Soriano ve Marcel Franco ile “Türk Kültür Cemiyeti”ni kurar. Ziya Gökalp’i (haşa) “Türkçülüğün peygamberi, mübeşşiri, üstadı” gibi sunar.
1934’te Prag’da verdiği konferansta. Kemalizm’i parlatır, aferin alır. O hızla “Kemalizm” kitabını yazar (1936). CHP bütün nüshaları satın alır, halkevlerinde dağıtır. Cumhuriyet gazetesi, Fransa’da bastırır ayrıca.
Kısacası yeni rejimin ideoloğu kesilir. Ona göre Kemalizm bir ihtilal hareketidir, önceki ıslahatlara benzemez asla.
Methederken ölçüyü kaçırır, haşa birilerini tanrılaştırır. Safi kod adıyla “Türk’ün Yeni Amentüsü” gibi saçmalıklara imza atar. Göz göre göre şirke sapar. Böyle bir metnin Hâkimiyet-i Milliye Matbaasında basılması yakışık almaz. Rejim kendi bacağına sıkar.
Moiz 1942’de çıkarılan ‘varlık vergisi’ni ödeyemediği için, bir süre Demirkapı Kampında kalır sureta.
Emekli olunca Fransa’ya (Nice) yerleşir. T.C. Fahri Konsolosluğu için müracaat etse de sakıncalı bulunur, artık DP vardır iktidarda.
Nice’da ölür, Yahudi maşatlığına gömülür, vatan toprağından uzaklarda (1961).
Takip ettiniz mi bilmem geçtiğimiz günlerde ünlü İsrail casusu Eli Kohen’in çocukları babalarının saatine ulaşma sevinci yaşadılar.
Sıradan bir hadisedir aslında, herkesin katılabildiği bir açık artırmadan alırlar. Ama Netanyahu bunu Mossad’ın büyük başarısı şeklinde pazarlar. “Sıkı ve cesurca bir iş” çıkarıldığından söz açar.
Eliahu ben Şaul Cohen (kısaca Eli) Suriyeli bir Yahudi çocuğudur, Mısır İskenderiye’de doğar (1924). Hızlı Arap milliyetçisi görünür, hatta siyonizm aleyhtarı nümayişlerde tutuklanacak kadar (1951).
1957’de botla İsrail’e geçer, istihbarat servisine (188. Birim) alınır, silah ve cihaz eğitimi ile donatıldıktan sonra Buenos Aires’e yollanır. Kemal Emin Sabit adıyla isim ve çevre yapar. Sonra Arjantin’den Suriye’ye dönen zengin (El Turko) rolü oynar. BAAS’çılara yaklaşır, Parti’ye yazılır. 1962-65 arası elini kolunu sallaya sallaya Suriye’nin güneyini dolaşır, cephede edindiği bilgileri Tel Aviv’e ulaştırır. Bunlar 6 Gün Savaşlarında kullanılacaktır.
Bir gece yine Mors alfabesi ile mesaj geçerken suçüstü yakalanır. Yargılanıp idama mahkûm olur ve Şam Merce Meydanı’nda asılır (18 Mayıs 1965).
İsrail cesedin peşine düşse de alamaz. Ankara’nın aracılığı da işe yaramaz. Mezarı o kadar sık değiştirilir ki (Şam, Lâzkiye el-Kardaha, sel yatakları, mağaralar) artık yerini muhaberat bile hatırlamaz.
Irkçı siyonist rejim Eli’nin kendine fazla güvendiği ve tedbirsiz davrandığı için yakalandığını iddia eder, ailesi ise Mossad’ın gözden çıkardığına ve sattığına inanır.
Mahkemenin elini güçlendiren evrak Tel Aviv’den mi servis edilir, hâlâ muamma? Sittinsenedir münakaşa bitmedi daha.
Her vatandaş gibi Eli de Mors alfabesi kullanabilir, cürüm (suç) olan “nasıl” geçildiği değil “neyin” geçildiğidir. Bunu da ancak hattın öbür ucundakiler bilebilir. Elbette ilk anda akla Mossad gelir.