“Trafikte umumiyetle gözlem yaparım. Yayalar ve sürücülerle alakalı müşahedelerimi dostlarımla, sürücü sınavı sorumlusu olduğum ehliyet imtihanlarında da sürücü adaylarıyla paylaşırım.
Sürücülerin yayaya yol vermemesi, yaya geçidinde lambaya rağmen durmaması mühim bir meseledir. Ankara’daki yoğun trafikte, şartlar müsaitse, ekseriyetle “dörtlü lamba yakarak” yayalara yol veririm. Buradaki bir muradım da yol verme mülahazasının -maalesef- yerleşemediği fikriyle yeni sürücülere emsal teşkil edebilmektir. Yayalardan çoğu zaman, bir selam yahut el işaretiyle teşekkür alır; yola devam ederim. Şu ana kadar, bu fiilimizden bir zarar görmedik. Bir yayayı beklerken görünce “o, güneşin alnında, sıcakta; sen klimalı arabadasın. O soğukta, sen kaloriferin konforuna sahip araçtasın” vb. diyerek, -şartlar uygunsa- yol vermek lazım diye düşünüyorum.
Yayalarımız ve yaya geçitlerimiz mevzusunda da ciddi meseleler mevcuttur. Yayanın zengin Türkçedeki mukabili piyadedir. Askerdeki piyadelik gibi yayalar da, trafikte, hatta yolda yürürken bile kurallara tabidir. Kurallar umursanmayınca “yaya geçidi olimpiyatları” başlıyor. On yıldır, her gün kullandığım; market, fırın ve mektep bulunan bir yaya geçidinde, topluca geçen ilkokul talebesi kardeşlerim hariç “yaya lambasının” yanıp yanmadığına bakan “10 kişi” görmedim. Büyük-küçük, yaşlı-genç herkesin acelesi var. Bazı vatandaşlar “kamikaze” gibi. Olimpiyatlardaki sporcuları aratmıyorlar. Akan trafikte, araçların arasından, icabında vücut hareketleriyle sıyrılarak karşıya geçiyorlar. Gelen aracın hızı, sürücünün dikkatsiz olabileceği ya da bu telaşın neticeleri mühim değil! Bazı yayalarımız ise “kalabalığa uy!” grubundan. Lakin prensipler aynı: “Kuralları, lambayı geç etrafa bak. Arabalar yavaşsa, çoğunluk geçiyorsa sen de geç."
İyi de bir kaza olduğunda bu aceleye; kurallara, kaidelere uymamaya değer mi?
Hakan Karagöz-Rehber Öğretmen
KELAMI KİBAR KİBARI KELAMEST
(Büyüklerin sözü sözlerin büyüğüdür)
Din büyüklerimiz buyurdular ki: "Kardeşim, sizi bu şekilde gece gündüz istirahatinizden fedakârlık yaparak cihada, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarının satışına sevk eden nedir? İçinizdeki imandır. Ebû Bekr-i Sıddık 'radıyallahü anh' iman etti, mübareğin ağzından çıkan ilk söz, 'ya Resûlullah, altı arkadaşım daha var, onları da getireyim mi?' oldu. Buyurdular ki: Zamanı gelecek, acele etme!..
Herkes tabii ki imanının güçlü olduğunu söyler. İmanın gücü, kuvveti şöyle anlaşılır. Bunu insanın kendisi daha iyi anlar. Her an herkes bir teklifle karşı karşıyadır. Bu teklif karşısında, iman kuvvetliyse, teklif edilen şeyde helal olanı, yani ahiret tarafını, Allahü teâlânın rızasını tercih eder. Eğer dünya menfaati tercih edilirse, onun zaafı vardır. Her gün hepimiz onlarca teklifle karşı karşıya geliyoruz. Hesabını tercihimize göre vereceğiz. Onun için, ölümlü dünyada derdimiz ve düşüncemiz, tercihimizin daima Rabbimizin rızasına uygun olmasına gayret etmek olmalıdır.”