Atatürk, Mareşal Fevzi Çakmak, Karabekir, Cebesoy paşalar

A -
A +

Geçen hafta, Kazım Karabekir Paşa üzerine yazdıklarım, hem Türkiye içinden, hem de Türkiye dışından ses getirdi. Hiç şaşırmadım. Yazımın mutlaka bir münakaşa konusu olacağını biliyordum. İnanıyorum ki bu kabil münakaşalar daha elli yıl devam edecektir. Çünkü biz, çok yanlış bir devlet siyasetiyle, kahramanlarımızı bire indirmiş bir milletiz. Halbuki milletler kahramanlarıyla yaşarlar. Topluluklara şekil ve ruh veren, onların kahramanlarıdır. Bizim her alanda, ne kadar çok kahramanımız olursa, başımız o nisbette dik olur; toprağa o nisbette sağlam basarız. Halbuki biz, anlatılmaz bir cahalet veya korku veya gaflet ve ihanet yüzünden, milletimizi bir tek kahraman etrafında toplamaya çalışıyoruz. Mesela: Cumhuriyet devrindeki ordumuzun iki mareşali vardır. Mareşal Mustafa Kemal ve Mareşal Fevzi Çakmak. Birinci mareşalimiz için 1938 yılından 2010 yılına kadar bütün Türkiye'de belki bin defa anma merasimleri düzenlendi. İkinci mareşalimiz için, aynı yıllar arasında sadece iki program yapıldı. Birincisini 1976 yılında Ankara televizyonunda ben hazırladım ve sundum. Adeta küçük bir kıyamet koptu. 1976 yılında TRT Genel Müdürü Şaban Karataş şahidimdir. Zamanın paşaları arasından bile o programa ateş püskürenler oldu. "Niçin Mareşal programı hazırlıyorsunuz? Atatürk'ü unutturmaya mı çalışıyorsunuz?" diyenler, ölümünden 26 yıl sonra bir büyük Genelkurmay Başkanımızın, bir güzel mareşalimizin anılmasına tahammül edememişlerdi. Mareşalle ilgili ikinci program 2010 yılında Genelkurmay Başkanlığında yapıldı. Böyle mi olmalıydı? Böyle mi olmalıdır? Birinci mareşalimizin BÜYÜK NUTUK isimli bir önemli eseri var. BÜYÜK NUTUK devlet yayınları arasında belki kırk defa basıldı. Basılmasın mı? Elbette basılsın. İsterim ki Büyük Nutuk'u okumayan kalmasın. Ama dikkat buyurun bu aziz devlet, Fevzi Çakmak Paşa'nın da, Milli Mücadelemizin diğer kumandanlarının da bir kitabını değil, bir tek sahifesini bile bastırmadı. Neden? Niçin? Olur mu? O paşalarımız Bulgar ordusunun mu, Yunan ordusunun mu paşalarıdırlar? Bu anlatılmaz kayıtsızlığın, gafletin bir tek istisnası var. Ben 1977 yılında, Kültür Bakanlığında Müsteşar Yardımcısı idim. Atatürk'ün doğumunun 100. yıl çalışmaları Kültür Bakanlığına verilmişti. Bakanlık da 100. yıl çalışmalarının başına beni getirmişti. Bütçemiz 120 milyon lira idi. 1977 yılında, Ankara'da bir milyon liraya bir kaloriferli daire almak mümkündü. Bu bütçe Atatürk tüccarlarının gözlerini kamaştırdı. Atatürk'ün resmini, büstünü, heykelini yapan, Bakanlığı adeta ablukaya aldı. Ben onlara, devletin bir tek kuruşunu bile kaptırmadım. Ve milyonların önünde iddia ediyorum. O yüzüncü yıl çalışmalarında en ciddi, en doğru, en kalıcı programı ben yürüttüm!? Yani ben Atatürk'ü ve Milli Mücadelemizi anlatan 100 eserin basılmasını, bütün Milli Mücadele komutanlarımızın eserlerinin, devlet yayınları arasına alınmasını, şiirde, hikayede, romanda, ilmi araştırmada, tiyatroda, senaryoda, resimde, müzikte, heykelde olmak üzere 9 dalda yarışma açılmasını ve Türkiye çapında bir ağaçlandırma faaliyetine başlanmasını bakanlık oluruna bağladım. Planladığım 100 eserden kırkının tashihlerini kendim yaparak bastırdım. Dokuz dalda açılan yarışmayı neticelendirdim. Beş milyon ağacın dikilmesini sağladım ve Cumhuriyet tarihimizde ilk defa, ama ilk defa Ali Fuat Cebesoy paşanın MOSKOVA HATIRALARI isimli eserini, Bakanlık yayınları arasında bastırdım. O'nun MİLLİ MÜCADELE HATIRALARI'nı baskıya verdim. Tamamlanmasına beş forma kala, 12 Eylül darbesi oldu. Askeri idare derhal beni vazifemden aldı ve Ali Fuat paşanın da, Karabekir paşanın da eserlerinin basılmasını durdurdu. Yanlış yapıldı. Yanlış, yanlış, yanlış yapıldı. Yarın bu konuda yine yazacağım.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.