Kabre çıkan yolların sonu

A -
A +

Üstad Necip Fazıl ile ilgili yıllardan beri yazılan ve anlatılan kumar iddiaları nihayet gün ışığına çıktı... Ama aradan altmış yıl geçti... Altan Öymen son kitabında Necip Fazıl hakkındaki bir gerçeği ne hikmetse altmış yıl sonra kitabında anlatıyor. Diyor ki; "O kumarhane baskını gecesinin Kısakürek'in niyetiyle ilgili gerçeği ne olursa olsun, o baskın, bir komplo diye adlandırılmasa bile, bir polis baskınından çok, bir siyasi baskındı. Hedefi, Kısakürek'in kendi okurları ve yandaşları önündeki durumunu sarsmaktı. Hem hükümeti destekler gibi yaparken yönlendirmeye de kalkan Büyük Doğu'cuların iddialarına darbe vurulmuş olacaktı, hem de kimsenin dincilik konusunda fazla ileri gitmesine izin verilmeyeceği belirtilmiş olacaktı." Ve baskının kim tarafından yaptırıldığını da açıklıyor... Meğerse dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar'mış! Anlıyoruz ki; 'itibarsızlaştırma oyunu' öyle yeni bir metod değilmiş... * Eskiden yalan ve iftiraları yayma görevi halkın içerisinde zaaflarına yenik düşen kara cahiller üzerinden yapılırmış... Ve böylesine çirkef bir oyunu üç beş akçe ile yaptırırlarmış... Kalabalıklar arasına saklananlar bu yalanları yaymaya başlarmış... İlk gazetecilik faaliyeti yani duyurmak bu eylemle başlatılmış... Yani dünyanın en etkili gazetesinin fısıltılar olduğunu keşfedenler zamanla bu metodu bilimsel kılıflara ve ortama taşımayı başarmış... Yasal duyuruları ise davul zurna eşliğinde sokaklarda gezen tellallar yaparmış... Günümüzde itibarsızlaştırma oyunlarını artık adı bilinmeyen, yüzü belli olmayan o kadar tellal ve kara cahil yapıyor... Adına da sosyal medya veya internet medyası diyorlar... * Gençlik yıllarımda 'bir şey' olabilmek uğruna her sabah evden çıkarken birçok hayali de yüreğimde taşımaktaydım... Uzun süren günlerin akşamlarında ve gece yarılarında eve dönerken avuçlarımda kurşunlanmış bir hayalimi toprağa gömerdim... Her gün bir hayalim sokaklarda veya dost yüzlü insanların arasında kurşunlanırdı... Vakit geçtikçe insan elbette yaşlanıyor... Ama bazan da bir gecede ihtiyarlıyor... Ve ekmeğinize her gün kan doğranıyor... Bazan öyle bir çıkmaz sokakta pusuya düşüyorsunuz ki, bir an önce ömrün tükenmesini arzuluyorsunuz... Ve avucunuzda kalan son hayaliniz olan uzaklara kaçıp gitmeyi düşünüyorsunuz. Bir sadık dost bulup da kimsenin olmadığı dağlara çıkıp ağaçlarla konuşmak istiyorsunuz... Hayatın kendisinden artık hiçbir şey istemiyor ve sadece 'ağaçlar gibi ayakta ölmek' istiyorsunuz... * Dün ilk defa, her sabah evden çıkarken yolumun güzergâhında bulunan üç mezarlıktan geçip de işe geldiğimi fark ettim... Kendime söylendim; - Ölüm var... Bir gün eve dönemeyebiliriz ve bir gün işe varamayabiliriz... Ve hatta sevdiklerimize kavuşamayabilir, ayrı düşebiliriz. Eve varamadan bir caminin gasilhanesinde bir gece misafir olabiliriz... Ve bir öğlen vakti musalla taşına konulabilir ve er kişi niyetine kılınan namazın ardından dünyanın karanlığından ve uykusundan kurtulup Eyüp tepelerinde bizi bekleyen o mübarek ışığa kavuşabiliriz... İki metrekarelik çukura beyaz bir kefenle gömülebiliriz... Ölümle bir randevumuz var sonuçta... Ölüm, geldikçe aklıma, artık her şeyi unutuyorum... Fark ediyorum ki; 'Her şey' olmak isteyen ben, artık 'hiçbir şey' olmak istemiyorum... Ve son bir durakta kendimi buluyor ve 'iyi ki varsın ölüm' diyorum... Ölüm varken bu kadar rezalet, ihanet, savaş ve çirkeflik yaşanıyorsa, ya olmasaydı ve sürgün diyarı olan dünyada hayat ebedi olsaydı, olacakları tahmin dahi edemiyorum! Üstad Necip Fazıl dahi bu kadar itibarsızlaştırma oyunlarına kurban edilmişse bize gelene kadar Kaf Dağı'nda sabah olur... Ama ne olursa olsun Üstadın dediği gibi; -Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.