Saran, o bilindik orta yaşı üstü yöneticilerden biriydi.
Taşrada doğmuş, akademi görmemiş ama bir şekilde hırsla koşarak Avrupa merkezli seyahat acentesinin Reklam Şefliği koltuğuna ulaşmıştı.
Başarılı sayılırdı ama çok büyük bir zaafı vardı; Kadınlar...
Otuz sene boyunca çok vukuatı oldu ama bir şekilde hepsinden sıyrılmayı bildi. “Hem kadınlar da kariyerlerinde yükselmek, parlamak için bile isteye ona yaklaşıyorlardı. Kazan kazandı!..”
Bazen kendi kendine böyle düşünüyordu Saran.
Orta yaşlı şefin bir sabah günaydınlarla girdiği şirketin lobisinde yine o üniversiteli stajyerlerden biri gözüne ilişti. Kumral, uzun boylu, 20’lerinin başında güzel bir kız erkenden gelmiş, heyecanla bekliyordu.
Saran'ın hareketleri ise her zaman olduğu gibi değişmiş, kendinde karşı koymadığı bir konuşma isteği oluşmuştu onunla...
Hemen kızın yanına gidip “Acenteye geldin değil mi?” diye sordu. O beklediği “Evet” cevabını alınca hızlıca “gel çıkalım” deyip tam saha asılmaya başladı genç stajyere. Kadınlara sevdiği dizileri sorarak yaklaşmak âdetiydi. Sonra romanlar, hobiler... Üst üste sorularını sıralıyor, gergin kız ise Saran'a kısa cevaplar veriyordu. Fakat onun çok hoşuna gidiyordu bu çekimser hâller.
Asansörden inip kendi odasına doğru yürümeye başladılar. Saran bu arada hep yaptığı gibi kıvrak bir hareketle acemice yanında gelen kumral kızın açık omzuna dokunmayı da başarmıştı.
Derken odasına geçtiler. Fakat Saran, hormonlarının etkisiyle konuşurken kıza adını ve oraya nereden geldiğini sormayı unutmuştu;
-Sahi ismin neydi?
“Leyla” diye cevap verdi ama yüzünde birazcık hayal kırıklığıyla dolu bir ifade belirdi genç kızın.
Saran bir şey anlamadı önce ama kız kırık bir Türkçe ve aynı sert bakışla “Belçika'dan sizinle konuşmak için geliyorum” deyince âdeta suratına bir tokat inmiş gibi hissetti.
Bir süre sessizce baktıktan sonra artık hiç şüphesi kalmamıştı: 19 sene önce kendisine küs olarak ölen abisi Salim'in hiç görmediği kızı, yani öz yeğeniydi karşısındaki...
Eda N. Yeşil
ŞİİR
Karanlıkta ben
Karanlığı sevmez, korkardım o ana kadar
Gözlerinde kaybolduğun karanın beyazında
Akşamın geceye devrettiği saniyelerde
Dört duvar masada ben karanlıkta sana hasret.
Acılar ve dayatmalar beni ziyarete gelmişler
Çaresiz sevginle onlara kalkanım aşkım,
Sen yoksun yanımda yoksun gel kurtar
Haykırıyorum! Fakat sesim çıkmıyor.
Her yerim yaralı kalbim paramparça
Acılarım kahkaha atıyor, hasret halay çekmekte
Kazanmanın sarhoşluğu ile kırık kalbimin de
Karanlık erkete de güneşi gözetlemekte
Ben dağılmış ruhum tabutsuz musalla taşında
Lütfü Yarar
BİTKİLERİN DİLİ
GİLABURU: Halk arasında Frenk Üzümü diye de söylenen daha çok Kayseri'nin Bünyan ilçesi ile civarında yetişip "gilaburu" adıyla bilinen bitki, böbrek taşı düşürme ve ağrı kesici özelliğinin bilimsel olarak kanıtlanmasının ardından eczanelerde takviye edici gıda olarak yerini aldı.
Böbreklerin sağlıkla çalışmasına destek olmasıyla bilinen gilaburu bu özelliğiyle böbrek taşlarına ve böbrek kumuna karşı da oldukça etkili olduğu bilinir.
Sakinleştirici etkileri sayesinde sinir, stres gibi nedenlere bağlı uykusuzluğa iyi gelir.
Damarlardaki yüksek basıncı azalttığından kalp ve damar hastalıklarına yakalanma riskini azaltır.
Regl dönemindeki şiddetli ağrıların daha az hissedilmesini sağlar.
İdrar söktürücü etkisi olan gilaburu, vücuttan fazla suyu uzaklaştırarak ödem ve ödeme bağlı şişkinliklerin de hızla geçmesini sağlar.
Bağırsakların sağlıklı çalışmasına destek olur ve kabızlığı önler.
Sivilce, siyah nokta gibi sıkça yaşanan cilt problemlerinin de geçmesine yardımcı olur. Gilaburu suyunun her gün sabah ve akşam olmak üzere 1 bardak yemeklerden önce ya da sonra içilmesi önerilir. Doktorunuza danışınız. [www.ntv.com.tr]