Kelimelerimizi kaptırmak

A -
A +

Kanallardan birinde Hokus-pokus isimli bir program yayınlanıyor. Dünyanın dört bucağından illüzyonistler numaralarını sergiliyorlar. Gösterinin sonunda alkışlar eşliğinde şaşkın bakışlar ekranı dolduruyor. İllüzyonun özü, dikkat saptırmak. Seyircilerin dikkatini planlı bir şekilde kontrol edebilirseniz, siz de nice illüzyon numaraları yapabilirsiniz. Programda iki de misafir bulunuyor. Tiyatro sanatçısı konuklardan biri "bizim işimize benziyor, biz de bir anlamda illüzyon yapıyoruz" diyordu. İllüzyon, göz boyamacılık, "miş gibi" gösterme, sadece bir sahne oyunu değil. Siyasette, iş dünyasında, bilim ve kültür alanında, hemen her yerde, cambazlar sahnelerden hiç inmedi. Geçen hafta Rahim Er, köşesinde etik ve ahlâk üzerine çok güzel yazdı. Lütfen bir kere daha okuyalım. Ahlâk ve beraberindekiler elden gitmek üzere. Yerini "etik" dedikleri, kuru, soğuk ve bence de maksatlı bir kelime alıyor. Global illüzyonun en önemli tekniklerinden biri, maksatlı kelimeler üretmek. Misal: Ahlâkı çökertmek, yok etmek istiyorsanız, ahlâk kelimesini unutturacak, yerine etik koyacaksınız. Bizim pazarlama kitabında bir deyiş var: "Pazarlama, kelimeleri sahiplenebilmektir." Pazarlamada en büyük başarı, müşterilerin zihinlerinde belli bir kelimeyle birlikte hatırlanmak. Selpak deyince insanların aklına mendil geliyorsa, mendil bitmiştir. Bugün kaç kişi cebinde o güzelim bez mendillerden taşıyor? Hani nerede işlemeli mendiller? Bir binanın yapı taşları neyse, düşüncenin yapı taşları da kelimeler. Kelimelerimiz kadar büyük, kelimelerimiz kadar küçüğüz. Kelimelerin büyüklüğü küçüklüğü bir yana, dilimiz Türkçe'nin geleceğinden bile endişe ediyoruz. Bir köşe yazarının ifadesiyle "Cemaat gazeteciliği" tabiri bizi bir zemine, "holding gazeteciliği" ise başka bir sonuca götürür. Bir meseleyi "kamusal alan" kelimeleriyle konuşursanız çıkacak sonuç, "inanç hürriyeti" kelimesinden yola çıkarsanız varacağınız yerden çok başka olacaktır. Sultan kelimesi tahtından indirildi, dansın ve filenin yanına yerleştirildi. Başka sürüyle örnek var. Hep aynı teknik. Önce ortaya bir kelime atılıyor. Daha sonra bu kelime etrafında gündemler düzülüyor. Her kafadan bir ses çıkarak bir süre tartışılıyor. Hokkabazlar sahnede numaralarını yaparken, tartışmanın hangi temelde yapıldığı gözlerden kaçırılıyor. Tartışma temeli değişmedikçe tartışmanın belli bir sonuca gideceği unutuluyor. Usta satıcılar, malını müşterisine beğendirmek için önce, hangi konuda güçlü ise, o konuda müşterinin zihnine bir "demir atar." Bu demir, basit bir iki kelimeden ibarettir. O bir kelime, müşteriyle satıcı arasındaki güreşin hangi minderde ve hangi kurallarla yapılacağını gizliden tayin eder. Bu tekniği becerebilirse satıcı, daha sahaya çıktığında galip sayılır. Aslında alıcı, güreşi kabul ettiği anda mağlup olmuştur. Yetmediyse, şöyle soralım: Marka bir pazarlama işi. Peki, marka ne? Marka, bir firmanın her şeyiyle birlikte ve topyekûn olarak müşterinin zihnine yerleştirilmiş, belli bir vaad içeren, belli bir kelime. Marka sahibi adam ne diyor? "Moda Vakko'dur." İşte bu kadar. Bu ülkenin bin yıllık sahipleri, başkasının dayattığı kelimelerle düşündüğü, kendi kelimelerine sahip çıkamadığı, gündemini kendisi kuramadığı sürece, hep kaybedecek. Çare, kelimelerimizi kaptırmamak.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.