"Çat kapı"

A -
A +

80'li yılların başıydı... Fatih'te bir akşamüstü... Rahmetli eniştem Şinasi Teşneli ve Haluk Baklan ağabeyle yürüyoruz... Haliç'in "Haliç" koktuğu zamanlar... Siz soba bacalarından çıkan dumanı da hesaba katın... Daracık sokaklarında Fatih havası soluyoruz... Çarşamba'dan Darüşşafaka'ya doğru yol alırken bir apartmanın önünde durduk... Hangisi söyledi hatırlamıyorum: "Hadi Mehmet Abiye uğrayalım..." "Çat kapı" bastık zile... Giriş kattı... Mehmet Oruç Ağabey güler yüzle karşıladı ve buyur etti... Yarım saat geçmemişti ki, yer sofrasının etrafında tarhana çorbasına kaşık sallıyorduk... *** Yaşadığımız bu misafirlik, yediğimiz yemek, ev sahibinin memnuniyeti, sohbetin tadı benim için kaybettiğimiz samimiyeti hatırlatan bir simge oldu... Telefon yoktu o zamanlar... Misafirliklerin önemli bir kısmı haber vermeden gerçekleşiyordu. Gönlünü ikram ediyordu ev sahibi; aman hazırlanalım, ayıp olmasın tripleri yaşanmıyordu. *** O kadar çok şey kaybettik ki... Yavuzselim Yokuşunun bir ucundan diğer ucuna 15- 20 selam vermeden ve 3-5 ayak üstü hasbihal etmeden gidemezdik. Refah seviyemiz arttı ve fakat yabanileştik... Selam verirken de alırken de tereddüt içindeyiz. "Acaba bizden bir şey mi isteyecek?" veya "Acaba yanlış anlar mı?" endişesi... Dostluklara tutunur ve yaslanırdık; zengindik... Şimdi kenara koyuyoruz, istifliyoruz varsa eğer... Ve olduğu kadarıyla dünyalığımıza güveniyoruz. Ama hanlar hamamlar yetmiyor; ruhumuz fakir... *** O kadar çok şey kaybettik ki... Sımsıcak yüreği ve güler yüzüyle tarhana çorbasını bizimle paylaşan Mehmet Oruç ağabey de gitti. Hafızamızın fazilete dair kısmının değerli bir motifiydi... Sürekli eksilirken tek tesellimiz, günün birinde öbür tarafta buluşacağımıza olan inancımız ve ümidimizdir...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.